• şimdilik vardır ancak uzun vadede ne olacağı şüphelidir.

    (bkz: determined a science of life without free will)
    (bkz: free agents)

    özgür irade demek her daim bir dualizm inşa etmek anlamına gelir. bir bedenimiz ve biyolojimiz var bir de bundan bağımsız olarak işleyen bir ruhumuz, aklımız ya da başka bir şey.

    çalışmalar şunu gösteriyor, bir şeyi istemek biyolojinin işidir. temek ihtiyaçlar -gıda, giyinme, barınma- hayatta kalma güdüsüyle, sevişmek ise üreme güdüsüyle alakalıdır. geri kalan her şey de sevişmek istemekle.

    peki özgür irade nerede? özgür irade yapmayışta. yani acıkmak sizin elinizde değil ancak oruç tutmak sizin elinizde, sevişmeyi isteme sizin elinizde değil ancak tecavüz etmemek sizin elinizde. ama burada başka bir soru devreye giriyor, bizim elimizde olması ne demek? sizin elinizde olması bir dürtü karşısında prefrontal korteksiniz ile bir karar vermek demek. yani bir talep peyda olduğunda hemen ona ilerlemek değil, önce bir "bunu neden istiyorum?" diye düşünmek.


    (bkz: özgür irade reddedişi)

    bu düşünce işini de yaparken %100 özgür değiliz elbette. özgür düşünce şunlardan doğrudan ve kanıtlanmış şekilde etkilenir:
    1- kan şekeri seviyeniz
    2- doğduğunuz ailenin sosyoekonomik statüsü
    3- sarsıntılı bir kafa yaralanması
    4- uyku kalitesi ve miktarı
    5- doğum öncesi ortam
    6- stres ve glikokortikoid seviyeleri
    7- acı çekiyor olmak
    8- hangi ilacı kullandığınız
    9- perinatal hipoksi
    10- dopamin d4 reseptör gen varyantı
    11- frontal korteksin darbe almış olması
    12- çocuklukta istismara uğrama
    13- mao-a gen varyantı
    14- belli bir parazitin bulaşması
    15- çocukken musluk suyunuzdaki kurşun miktarı
    16- bireysel ya da kolektivist bir kültürde yaşamanız.
    17- etrafta çekici birinin bulunması
    18- korkmuş birinin ter kokusuna maruz kalmanız
    .
    .
    böyle uzar gider. anlaşılması gereken tek cümle ile şudur: insan davranışının biyolojisi çok faktörlüdür.

    bir insanın neyi ne için yaptığını şu anlık biyoloji %50'nin biraz üzerinde açıklıyor ancak orta-uzun vadede bu oran %100'e kadar çıkabilir. eğer biliminsanları bu konuda %100'e dayanırlarsa bileceğiz ki insanlarda özgür irade kesinlikle yoktur ve herkesin her hareketi tahmin edilebilir. yok bilimadamları oraya varamazlarsa ki şu an epey uzaklar, özgür irade hayır demek için ve eveti planlamak için var.

    kaynak
    sapolsky, r. m. (2021). davranış: en iyi ve en kötü haliyle insan biyolojisi. pegasus yayınları.s.570-602

  • özgürlük yoksa sorumlulıktan da bahsedilemeyecektir.

  • spinoza'ya göre yoktur.

    "doğada zorunsuz hiçbir şey yoktur; o halde iradenin özgür bir yanı yoktur."


    kaynak
    etika, i, 29, 32 ve etika, ii, 48

  • "insan özgür olmaya mahkûmdur" der jean-paul sartre ve ekler: "insan mahkûmdur: çünkü, kendisini yaratan o değildir; ama öte yandan özgürdür: çünkü, bir kez kendisini dünyada bulduktan sonra da tüm yaptıklarından sorumludur."

    sartre 'özgürlüğe mahkum' olduğumuzu söyler.

    çünkü bu dünyaya fırlatıldıktan sonra yaptığımız her şeyden bizim sorumlu olduğumuzu dile getirir ve de ekler, anlam yaratmak (yalnızca) bizim elimizdedir. sartre bu bağlamda içine doğduğumuz koşulları belirleme fırsatımız olmasa dahi bu koşulların üstüne kendimizi kurduğumuz halimizin tüm sorumluluğunu bizim sırtımıza yıkar, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış her hamlemizin sorumluluğu tepemizdedir onun felsefesine göre. hatta bundan da ötesine gider, yalnızca kendimizin değil tüm insanlığın geleceğinin sorumluluğudur bizim olan. ve de yine bu felsefeye göre bir insan olarak insanlığın insan onuruna yakışır bir varoluşta sürdürülebilmesinin yolu yine bir insan olarak bu sorumluluğu kabullenmemizden başka bir yoldan geçmemektedir elbette.

    insanlığın belki de en karanlık anı olarak zihinlere kazınmış olan ikinci dünya savaşı'nı takip eden senelerde, o dönemin tüm karanlığını ve karamsarlığını içine yedirmiş bir eserdir sartre ve düşünce yoldaşlarının ortaya koyduğu felsefe. aslında 1946'da ortaya çıkan ancak savaş sonrası kıta felsefesinin toparlanışı esnasında belki de etkileri daha geç kendini gösteren bir düşünceler yığınıdır buradakiler. kısmi olarak varoluşçu felsefenin içerisinde kümelenmiş olmalarına karşın özünde ne camus'nün kederliliğine ne de heidegger'in mistik kaçamakçılığına fazla kaptırılmamışlardır.

    indirgemeci bir yaklaşımla bu felsefeye yaklaşacak, tüm edebiyat ve puslu bakışların arkasını eşeleyecek olursak elimizde kalanın aslında büyük bir akıl ve emek ürünü ciddi bir metodolojik yaklaşım olması hiç de şaşırtıcı değildir. burada bizim yapacağımız ise önce bu metodolojik yaklaşımın analiz zeminimizi kurmamıza yarayacak olan ögelerini belirlemek ve bunların yardımını kullanarak esas meselenin temellerini atmak olacaktır.
    varoluşçu 'hümanizm' nedir, ne değildir, neden değildir…

    sartre varoluşçuluğun bir hümanizm akımı olduğunu savunurken çizdiği sınır aslında hümanizmi tüm tarihselliği ile değil yalnızca dar bir çerçevede aldığını gösterir. örneğin çok etkileyici, kolektif çaba ve emeğin ürünü olan bir mimari yapıdan insan olarak gurur duymak sartre'ın tanımladığı haliyle hümanizm sınırlarının dışında, 'kötü' bir yerde yer alır. insan kendi katkısı olmayan bir 'başarı'nın sorumluluğunu üstlenebilecek bir varlık değildir. insanlığa karşı olan sorumluluğumuz (tüm artıları ve eksileri ile) yalnızca geleceğe dönük çalışır. oysa sartre insanların değer yaratma konusundaki yetkinliğini tam olarak da varoluşçuluğun bir hümanizm olmasında gizli olduğunu belirtir.

    varoluşçuluğun (fransız kolunun) temel gayesi, nietzsche'yi takiben kalıplaşan etik okulunun bir (nihilizme giden) kolunun insanlık yararına tekrardan düzenlenmesi olarak görülebilir. öncül ve kurulu değerler bütünü fikri ısrarla ve ciddiyetle reddedilir, hatta camus ile özdeşleşmiş olan 'absurd' konsepti tam olarak da insanın bu 'an' ile karşılaşmasını anlatır. aslında hiçbir değerin kendinden menkul var olmadığının anlaşıldığı ve bunun yarattığı boşluk ve 'absürd'lük durumu. ancak bu felsefeciler bu absürdlükte aslında bir çıkış yolu, daha iyi bir dünyanın olanaklılığını görürler. eğer şimdiye kadar verili olan her şeyin sorumlusu insanlar ise, neden insanlar bu sorumluluğu kabullenip daha iyi bir dünya için çabalamasınlar ki derler. ve kendilerine edindikleri amaçlardan birisi olarak insanlara bu sorumluluklarını kabul ettirmeye çalışırlar.

    elbette ki avrupa'nın dünyası 40 senede iki kere başına yıkılmışken (ve beraberinde dünyayı da sarsmışken) ortaya çıkacak herhangi bir felsefenin ikili yapısı kaçınılmazdır. aynı anda hem eldeki durumu açıklama zorunluluğuna, hem de bu durumdan olası bir çıkış yolu sunma yükümlülüğüne sahip olacaktır. işte bu ikili yapı, her ne kadar edebiyatın katlayıcı etkisi altında varoluşçuluğu bir 'eldeki durum' analizi olarak yüceltmiş olsa dahi aslında olay yalnızca kapının şekli şemali değil nasıl açılacağıdır da. burada gelen cevap ise bize meseleye dair ciddi bir içgörü sağlar.

    hümanizmi bir kolektif başarı ve kıvanç kaynağı olarak görmek hala daha yaygın bir davranış biçimidir. bilimde büyük bir gelişme sağlandığında veya gerçekten kalpleri ısıtan bir insanlık hikayesi ile karşılaşıldığında insanlar insan olmaktan ötürü gurur duyarlar. bunun eldeki yaklaşımda bir hümanizm olarak dışlanmasının sebebi ise oldukça açıktır, ikinci dünya savaşı ve öncesinin dünyası. bir kolektif başarı ve kıvanç kaynağı olarak hümanizm aslında genelleştirilmiş bir yaklaşımdır. bir kolektif başarı ve kıvanç kaynağı olarak 'türk'lük veya 'alman'lık ile 'insan'lık arasında empirik düzlemde tek fark kapsadıkları kümenin genişliğidir.

    fransız devrimi ve napolyon politikaları ile yükselen ve bir nevi 'onun-bunun bilinci' olarak adlandırılabilecek akımlar modern dünyanın kurucu ideolojileridir. gerek sınıf bilinci olsun gerekse de ulus bilinci, özellikle felsefi olarak beslendikleri hegelci tarihsel erek düşüncesinin (tarihin 'bir yere doğru' ilerlediği) emarelerini ciddi anlamda içlerinde barındırırlar. fizik yasalarının determinizmi çoktan aştığı yıllarda dahi 'tarihsel determinizm' fikrini temellerinde taşıyan bu 'bilinç'ler aslında günümüzde karşılaşılandan yaşanış olarak farklı olsa dahi düzlemsel olarak benzer bir fıtratçılığı içlerinde barındırırlar. insanları 'tarihsel sorumluluk' gibi kavramlar ile kendi bilinçlerine kanalize eder ve 'zaten gidilmesi gereken yoldan' beraberlerinde sürüklemeye çalışırlar. kolektif bir 'yanlış inanç' olarak adlandırılabilecek bu akımların en üst hali ise yukarıda değinilen hümanizmden başkası değildir.

    insanın iradesi, insanlık iradesi

    burada bazı şeyleri tekrarlamanın faydası olacaktır. aynı anda hem tarihsel koşulların belirleyiciliğine karşı çıkıp, hem insanlığın kolektif iradesinin başarılarını reddedip hem de nasıl marksizm ve hümanizm gibi ekoller bir arada savunulabilir diye sormak elbette ki mümkündür(sartre koyu bir marksisttir). cevap yine metodolojinin içinde gizlidir. sartre ve çağdaşlarının ortaya koyduğu yaklaşım insanın iradesinin elinden alındığı iddia edilen akımlara bir karşı duruştur. insan içerisine fırlatıldığı tüm tarihsel koşullar ve gerçeklere karşın insandır ve iradesi ondan başka bir şeye, ne bir ulusa ne de 'insanlık'a ait değildir, her daim kendisinindir. nasıl ki insan hayatta olduğu sürece nefes alıp vermeye mahkumdur, işte özgür olmaya da aynı şekilde mahkumdur. tüm hamlelerinin sorumluluğu ona aittir ve her hamlesinde yalnızca kendisine karşı değil kalan her şeye karşı da sorumludur.

    yani basit bir indirgeme ile eldeki iddia insanın bireysel iradesini daha 'üst' bir iradenin parçası olmak için terk ettiği iddiasına bir karşı çıkıştır. insan bir vatandaş, bir aile üyesi, bir mümin, bir asker veya 'insanlığın bir ferdi' olsa dahi iradesi (ve hamlelerinin sorumluluğu) kendisine ait olduğudur. sartre elbette ki insanların içine fırlatıldığı koşulların rezaleti içerisinde, ne kendileri ne de çevreleri için insanlık onuru kavramına yaklaşamayacak yaşamlar yaratabileceklerini reddetmez. bunun her zaman bilinçli veya kötü niyetli bir biçimde yapıldığı fikrine de katılmaz, ancak hala daha insanın burada kendisinin sorumlu olduğunu vurgular. bu vurgu yalnızca "her insan yaptığı her şeyden sorumludur" demez ancak daha önemli bir biçimde "her insan içinde olduğu koşulları aşma iradesine sahiptir, hatta buna mahkumdur" diye de ileriye atılacak iyi ilk adımın motivasyonunu verir.

    sonuç olarak

    varoluşçuluğun bize öğretebileceği pek çok şey bulunmaktadır ancak sonraki yazılar için buradan alabileceğimiz değerli bir ders vardır. insanların kendilerinin, uluslarının, ailelerinin, dinlerinin veya aidiyetleri olan herhangi bir grubun geleceğine dair sorumlulukları vardır. bu sorumluluk bir mahkumiyet formundadır çünkü insan kendi eylemlerinden sorumludur ve bu bir üst gruba (aileye, ulusa, din kardeşliğine vb.) aktarılabilecek bir özellik değildir. ancak bu kabul ne hümanizmin, ne iyi vatandaş olmanın, ne de sınıf mücadelesini desteklemenin önünde bir engel değildir. aksine bu yaklaşım sorumluluğu tekrar bireylerin eline vererek herkesin özgürlüğünü benimsediği ölçüde geleceği şekillendirdiği fikrini destekler. insanlık onuruna, anayasal prensiplere, bir dinin gerekliliklerine veya emek-değer ilişkisine 'uygun' yaşamanın bir zorunluluk değil o aidiyeti benimsemiş birey için sorumluluk olduğuna vurgu yapar. ve tüm o aidiyetlerin benimsediği değerlerin geleceğinin ise tam olarak da bu çerçeve içerisinde, bu sorumluluğu benimseyen insanların hamleleri ile kurulacağını savunur.

    kaynak

  • luc ferry'e göre "büyük bir ihtimalle insan doğa tarafından tümüyle programlanmış değildir, her defasında iyi ile kötü arasında seçim yapabilecek şekilde belli bir özgürlük payına sahiptir."

    kaynak
    ferry, l. (2023). transhümanist devrim (1. bs). işbankası kültür yayınları.sf.45

  • sabine hossenfelder'e ve robert sapolsky'ye göre yoktur.

    bilim camiası ise bu konuda liberterler, uzlaşmacılar(compatibilism) ve özgür iradenin olmadığını savunanlar arasında ayrılmış durumda. %60 uzlaşmacılar, %20 liberterler %10 özgür iradenin olmadığını iddia edenler ve %10 diğer.

    uzlaşmacılık fizik ile özgür iradenin uzlaşabileceğini iddia edenler. liberterler özgür irade denen bir şeyin kesinlikle olduğunu söyleyenler. diğer ile ne kastedildiğini ben de bilmiyorum.

    ben bu tartışmanın içinden tam olarak çıkamıyorum. eğer özgür irade seçenekler arasından birini seçebilmek ise bir atom altı parçacığın da özgür iradesi olduğunu söylemek zorundayız. eğer özgür irade bir şeyi başka bir şekilde yapabilme olasılığı ise bu hossenfelder'in dediği gibi sadece boş laftır zira bir şeyi başka bir şekilde yapmadığın için onu aslında yapabilip yapamayacağın zaten tartışma konusu bile değildir.

    daniel dennett freedom evolves adlı kitabında özgür iradeyi "gelecekteki ihtimalleri tahmin edebilme ve o ihtimalleri değiştirebilme becerisi" olarak tanımlıyor. bu tanıma göre kendi kendini sürebilen arabalar da özgür iradeye sahiptir.

    aklıma ilk insanların mitlerinden yararlanarak özgür iradenin şeytan/kötülük ile bağlantılı olduğunu düşünmek geliyor. sadece bir diğer insanın aleyhine olsun diye kendini dahi feda edebilmek elimizdeki en akıllı cihazların bile henüz yapabildiği bir şey değil. adamın birine demişler ki komşuna onun iki katını vermek kaydıyla ne istersen tanrı sana verecek. adam demiş ki tek gözümü kör et.